Skip to content
Menu

Bir küresel kahvehane olarak Birleşmiş Milletler

BM-UN-headquarters-binasi-newyork

CEMAL TUNÇDEMİR 

20 Eylül 2011

Aylardan Eylül ve New York’ta her sene olduğu gibi yine Birleşmiş Milletler şovu var. Kürenin en büyük politik gösterisi sahne alıyor. Aktörler birer birer şehre gelmeye başlamışken sahnenin kendisi hakkında biraz dedikodu yapalım.

New York’un Manhattan adasının yukarı doğu kesiminde Doğu Nehrinin kıyısındaki BM kampüsü, ortasında olduğu şehirden kopuk şekilde kendi zamanını, kendi dilini ve kendi kültürünü yaşar aslında. Zaten teknik olarak kampüsün bahçe kapısından geçtiğiniz anda artık ABD’de değil uluslararası topraklarda sayılıyorsunuz. Bu nedenle de burada çalışan uluslararası gazeteciler burayla ilgili haberlerine mahreç olarak ‘’New York’’ değil, ‘’Birleşmiş Milletler’’ yazarlar.

Küreyi gözetleme kulesi

BM antlaşması 1945 yılında imzalanmasına rağmen yıllarca genel merkezinin nereye inşa edileceği muamma kalmış. Cömertliği dillere destan Rockefeller ailesi, koca dünya müessesinin evsiz olmasına daha fazla dayanamamış ve New York şehrinin hemen kuzeyinde Hudson Nehri havzasındaki ünlü malikanesi ‘Kykuit’i BM’ye merkez olarak bağışlamak istemiş. Kykuit (kaykat okunur), Hollanda dilinde ‘’gözetleme yeri’’ anlamına geliyor.

Rockefeller’ın ‘kaykat’ı, Manhattan’dan uzak ve izole diye reddedilmiş. Ama ailenin ‘dünya hükümeti’ne evsahipliği arzusunu engellememiş bu durum. Hemen East River (Doğu Nehri) kıyısında bugünkü kampüsün bulunduğu 70 bin metrekarelik araziyi satın alıp BM’ye hediye etmişler. Ve işte bu Rockefeller arazisi üzerine, New York siluet fotoğraflarında, birçok filmde, çizgi filmde, video oyununda karşımıza çıkan 39 katlı yeşil camlı ünlü gökdelen inşa edilmiş. Bu yönüyle bir nevi ‘’küresel Kykuit (gözetleme kulesi)’’ gibidir BM…

New York’ta olan New York’ta kalmaz!

BM’nin Cenevre, Viyana ve Nairobi’de merkezleri olmakla birlikte ana karargahı New York olageldi. Ancak, bugüne kadar BM’nin en büyük sponsoru olan ABD’nin son 10 yılda ekonomik gücü eridikçe, BM’nin başka yere taşınması fikri de dillendirilir oldu. Şanghay’a taşıyalım diyen küresel homo-ekonomikus‘lar bir yanda, ‘Kudüs’e taşıyalım’ diyen anti-Amerikan ülkeler bir yanda, St Petersburg’a taşıyalım, Toronto’ya taşıyalım, Kuzey Afrika’ya, Dubai’ye taşıyalım gibi bölgeciler bir başka yanda ve ‘taşımayalım, ne diye taşıyor insanoğlu bunu ki, denize atalım’ diyen anarşist gundiler hepsinin karşısında…

BM evsahipliğine talip olanların hepsinin gerekçeleri var ama en dikkatimi çeken Dubai’nin gerekçesi. ‘’Dünyanın her arızasına, her sorununa yakınız’’ diyor Birleşik Arap Emirlikleri… Valla memleketim diye demiyorum ama bu gerekçe Türkiye için daha çok iş görür. Bana kalsa BM kampüsü için en ideal yer de Konya Ovası. Herkese yakın, herkese ‘gel ne olursan ol yine gel’… Dahası Konya, BM’yi en fazla meşgul eden nerdeyse her soruna git-gel 6 saat…Belli mi olur bir gün Türkiye’den biri genel sekreter olursa bu da olur…

Kimbilir belki de sizin çocuğunuz olacak o kişi. Ancak çocuğunuzun birgün BM Genel Sekreteri olmasını istiyorsanız, kendisine, duyulduğunda yeniden sorulacak bir ismi olmasına dikkat edin. En azından bugüne kadar gelen 8 genel sekreterin isimlerine bir bakınca, sanki böyle bir gayrıresmi şart var gibi geliyor. Örneğin, Trygve, Hammarskjöld, U Thant, Butros Butros, Kofi, Ki-moon, vs…

Siz dikkat etmeseniz de BM diplomatlarının isimlerini sabah akşam yazmak zorunda olan gazeteciler için başbelası bir sorundur bu. Ban Ki-moon’un isminin hangi kısmı soyadı hangisi isim, hangisi büyük harfle başlıyor, öğrenmek aylarını aldı gazetecilerin.

Gazeteci dedim de, BM’de gazetecilik her zaman büyük bir hevesle başlar. O amatör hevesle hemen ilk toplantılar ilk raporlar haberleştirilir. Ancak birkaç hafta içinde kimsenin pek de kaale almadığı berbat mekanik bir dille yazılmış raporları okumaktan, kimsenin gerçekte dinlemediği konuşma ve toplantıları haberleştirmekten iflah kesilir ve ‘’Nedir bu şimdi? Kim bu adamlar? Niye bu kadar çok konuşma yapıyorlar?’’ gibi varoluşsal sorularla bıktırıcı bir yorgunluğa düşer, pes edersiniz…

Arada kendinizi, BM binasında kimsenin konuşmadığı tek alan olan ‘Sükunet Odasına (Meditation Room)’ attınız, attınız… Değilse, dinleme melekeniz körelir. Muhatap konuşurken dinlemeyip ne diyeceğini ya da ne soracağını düşünen dinleme özürlü robotik bir BM insanına dönüşürsünüz.

Bütün BM’yi bir arada tutan sır

BM’nin etrafındaki 1-2 kilometre karelik alanın hep restoranlarla dolu olması tesadüf değil. Nietzsche ‘bütün iddialı konuşmalar bağırsaklardan gelir’ diyor. Ağız ve mide arasındaki boru, konuşmakla iştah arasında bağın da sırrıdır. Mideden ne kadar çok laf çıkarsa o kadar çok gıdayla ikame edilir. Bu, BM insanlarının yemeğe düşkünlüklerini açıklayan sırdır. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz ünlü Amerikalı diplomat Richard Holbrooke, anılarında BM’deki günlerini yazarken, ‘’Yemek, bütün Birleşmiş Milletleri birarada tutan yegane şey herhalde…’’ diye yazmıştı…

BM insanları, yemekten arta kalan zamanlarda her şeyi, hiçbir ciddi sonuç doğurmayacağını bilmenin rahatlığıyla konuşuyorlar, konuşuyorlar, konuşuyorlar… Örneğin, her BM Genel Sekreteri Kıbrıs konusuna bayılır. Hiçbir çözüm ihtimali olmadığı için stres yaratmayan bir uluslararası sorundur Kıbrıs. Makamında sıkıldıkça bu soruna tur atmaya çıkmayan Genel Sekreter yoktur.

Aynı Kıbrıs’ta olduğu gibi uzun süredir belli konularda didişen ülkeler ve taraflar var… On yıllardır aynı konularda BM’de didişiyorlar, didişiyorlar, didişiyorlar… Dünyanın gözden uzak bir yerinde cereyan edip kaosa neden olmasın diye didişme evi kurulmuş adeta. Bu yönüyle bir nevi küresel kahvehane gibidir BM…

BM dili ve edebiyatı

Garip bir anlaşma dili var BM insanlarının. ‘’Derhal talep’’ ediyorlarsa, ‘’bir ara bu konuda birşey yapılırsa iyi olur’’ demek istiyorlar. ‘’Eksiksiz’’ istiyorlarsa, ‘’en azından’’ diyorlar. ‘’Şiddetli şekilde’’ talep ediyorlarsa, ‘’yapılırsa çok makbule geçer’’ diyorlar. ‘’Kararlılıkla istiyoruz’’ diyorlarsa ‘’yalvarıyoruz’’ diyorlar. ‘’Acil’’ diyorlarsa, ‘’önümüzdeki 5-10 yıl içinde’’ demiş oluyorlar. ‘Yakın vadede’ diyorlarsa, ‘’iki üç kuşak’lık zaman öngörüyorlar. ‘Uzun vadede’ diyorlarsa, ‘’asla gerçekleşmeyeceğini biliyorsak da böyle de bir hayalimiz var’’ diyorlar.

Kimse anlamaz beni, ona yanarım!

Üstüne bir de yabancı dil sorunu var… Toplantılarda anında çeviri yapan çevirmenler var gerçi ancak çoğu zaman konuşma, bir dilden, Genel Kurulun 6 ana çalışma dilinden birine ondan da İngilizce’ye çevrildiği için, bir tercümanın kulağından giren Ali, son tercümanın dilinden dökülene kadar olabiliyor Veli…

Bir gün, İngilizce ‘’out of sight out of mind (gözden ırak gönülden ırak)’’ deyimi, tercüme zincirine sokularak bir deneme yapılmış. Birkaç dilin çevirmenini dolaştıktan sonra geri İngilizce tercümana, ‘’invisible insane (görünmez çılgın)’’ olarak geri gelmiş… Birbirinin gerçekte ne dediğini anlamama yönüyle bir nevi Türk politikası gibidir BM…

BM İngilizcesinin 150 – 200 kadar kalıp cümlesi, deyimi, teknik ifadesi var. Mevzu, bakış ve taraflar ne olursa olsun hiç değişmez. Bu 200 kalıp cümlenin dışına çıktığınızda BM insanlarının devreleri yanar. Anlaşılmanız pek mümkün olmaz. Gerçi çıkmasanız da garantisi yok. Meşhur fıkradır: BM, üye ülkeler delagasyonu arasında, ‘’Lütfen, dünyanın geri kalanındaki gıda kıtlığı sorununa çözüm konusunda kişisel düşüncelerinizi paylaşın’’ diye bir anket yapılmış. Hiçbir sonuç alamamışlar, çünkü, Afrika delegasyonu ‘gıda’ ne demek anlamamış, Batı Avrupa delegasyonu ‘kıtlık’ ne demek anlamamış, Çin delegasyonu ‘kişisel düşünce’ ne demek anlamamış,  Ortadoğu delegasyonu ‘çözüm’ ne demek anlamamış, Güney Amerika delegasyonu ‘lütfen’ ne demek anlamamış, ABD delegasyonu ‘dünyanın geri kalanı’ ne demek anlamamış…

BM kararları, küresel anket

BM Genel Kurulu, durmadan konuşmak yetmiyormuş gibi sık sık oylamalara sahne olur. BM’nin aldığı kararların kahir ekseriyeti hiçbir bağlayıcılığı olmayan karar tasarılarıdır. Bu yönüyle bir nevi küresel anket kurumu gibidir BM…

Birleşmiş Milletler anketleri (kararları) sayesinde üye ülkeler, şu yeryüzünde onların dertlerini de bir dinleyen var hissine kapılırlar. Ama sonuçta sadece Güvenlik Konseyinin veto yetkisine sahip 5 daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin hisleri önemlidir. Geri kalan ülkelere de ‘biz de uluslararası kararlara katılıyoruz‘ hissi verilir. Bu yönüyle bir nevi küresel demokrasi gibidir BM…

Pozisyonu bir daha izleyelim, oynat Uğurcum!

BM mevcut yapısı ve işleyişiyle, hiçbir soykırım ve katliamı gerçekleşmeden durduramaz. Nitekim durduramamıştır. Açlıktan ölümleri, salgın hastalıkları engelleyemez. Nitekim engelleyememiştir. Ama olup bittikten sonra katliamlar, salgın hastalıklar ve açlık ölümleri hakkında aylarca yıllarca tartışabilir. Nitekim tartışmıştır. Bu yönüyle de bir nevi pazar gecesi futbol programı gibidir BM.

Geri sarar, baştan izler, yine tartışırlar. Geri sarar, baştan izler yine tartışırlar. Geri sarar, baştan izler yine tartışırlar… Geri sarar, baştan izler yine..!

Zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir

BM’nin 1948’den beri bir de ‘barış gücü’ var. Günümüzde nerdeyse 100 bin kişiden oluşan bir toplama güç. Küçükken her yere ‘un’lu mamül taşıyor sandığımız mavi miğferli askerler. Askerlikte toprakla tabiatla kamufle olabilecek yeşil, haki vs stratejik renklerde miğferler esastır. Ama BM Barış gücü stratejik çatışma birliği olmadığından uzaktan da görünmek için mavi miğfer giyer.

Peki bu Barış Gücünün askerleri kimlerden oluşur? Kumandan ABD, ya da kurmay heyeti Çin, Fransa, Rusya ya da İngiltere’den mi? Hayır onlar bedelli yapar, askerimiz fakirdendir. 2010 senesi itibarı ile BM Barış gücüne en çok asker veren 10 ülke sırasıyla şunlar: Bangladeş, Pakistan, Hindistan, Nijerya, Mısır, Nepal, Ürdün, Gana, Ruanda ve Uruguay.

Yani, eğer BM’de üniforma giyme zorunluluğu olsaydı, ABD altın renkli üniforma giyerdi. Çin, Fransa, Rusya, İngiltere ve belki bir iki ülke daha mavi üniformalı olurdu. Geri kalan ülkeler, makine dairesinde enerji anomalisi oluştuğunda bakması için ya da çay getirmesi için gönderilmeye bir emir uzaklıktaki kırmızı üniformalılar… Bu sonuncuların rollerinin en parlak olduğu an, ‘’tanımlanamayan bir cisim hızla yaklaşıyor Kaptan!’ tekmili verdikleri andır. Evet, bu yönüyle Uzay Yolu’nun (Star Trek) gemisi ‘Atılgan’ gibidir BM…

Barış gücü, barışı ‘tesis’ etme gücü değil, bir ateşkesten sonra oluşan geçici barışı koruma işlevi görür sadece. Bu yönüyle de bir nevi, ‘’seçime kadar İsmet abi formülü’’ gibidir BM…

Aylardan Eylül, New York’ta global şovun zamanı. Küresel köyün kahvehanesine akın eden yüzlerce dünya lideri, aslında kimsenin dinlemediği konuşmalar yapacak, herkesin ‘yav he he’ dediği birbirinden güzel temennileri tekrar be tekrar dile getirecek. İkili temaslar yapılacak, el sıkışırken gülümseyen fotoğraflar çekilecek ve herkes evine geri dönecek.  Gelecek hafta, dünya, geçen haftadan farklı olmayacak.

Küresel köyümüzün, küs komşularımızla çaresizce kartları açıp oyuna oturduğumuz garip kahvehanesidir BM…

Varlığı bir dert, yokluğu bin dert…

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz