Cemal Tunçdemir
14 Mart 2019
ABD Başkanı Donald Trump’ın bütün politik stratejisini kültür savaşı ve keskin kutuplaşma üzerine kurduğu bir sır değil. Muhafazakarları, onu ve söylemlerini sevmeseler bile günün sonunda ona oy vermeye mecbur bırakma üzerine kurulu bir strateji bu. Şu ana kadar ona kazandırdığı da kesin. 2018 Kongre seçimlerinde Temsilciler Meclisinde çoğunluğu kaybetti ama, aynı strateji ona Kongre seçiminde, partisinin merkezini tasfiye ederek partiyi ‘kendisinden ibaret’ hale getirmede çok önemli mesafe kazandırdı.
Demokratların 2020 seçiminde bu stratejiye yanıtının ne olacağı ise Amerikan iç politikasının en önemli soru işareti. Son dönemde parti içinde yükselen sol taban hareketi çizgisi, kültür savaşına ve kutuplaşmaya meydan okunması gerektiğini savunrak, bu zeminde de kazanılacağı düşüncesinde. Onlara göre edilgen ve yumuşak bir tavır, toplumun mevcut tatminsiz ruh halinde, oyları daha hırçın olacak tarafa yönlendirir. Bu düşüncedekiler, Barack Obama’ya karşı, Hillary Clinton’ın kampanyasının da ‘garanti isimle seçime gitme’ mazareti savunduğunu ama Barack Obama’nın bu iddianın aksine rahat bir seçim zaferi kazandığına dikkat çekiyor. Dolayısıyla, Bernie Sanders ve Elizabeth Warren gibi sol politikalara güçlü vurgu yapan, ideolojik olarak net isimlerden biri ile seçime gidilmesinden yanalar.
Ancak bazı yorumcular ve Demokratlar ise, Amerika’daki sosyo politik iklimin 2008 ikliminden çok farklı olduğuna, 2016 benzeri kutuplaştırıcı bir ismin, Trump’a ikinci dönem başkanlığı hediye riskinin çok yüksek olduğu düşüncesinde. Bu kesim, beyaz Amerikalılara ve taşra değerlerine de yabancı olmayan bir isimle seçime girilmesini savunuyor. New Yorklu, New Englandlı veya Californialı bir adayın, muhafazakar – solcu kutuplaşmasını keskinleştireceği yorumu yapıyorlar. Bu düşüncedekiler, Demokrat Partinin son 40 yılda başkanlık kazanan üç adayının da taşralı genç isimler olduğuna dikkat çekiyorlar. Georgialı Jimmy Carter başkanlık yemini ettiğinde 52 yaşında, Arkansaslı Bill Clinton 46 yaşında ve Midwestli Obama ise 47 yaşındaydı. Bu düşüncedekilerin klındaki en önemli isim ise Beto O’Rourke.
Demokrat Partinin, geçtiğimiz Kasım ayında Texas eyaletinin Cumhuriyetçi Senatörü Ted Cruz’a karşı eyaletin senatör adayı olan dönemin Temsilciler Meclisi El Paso milletvekili Beto O’Rourke, herkesi şaşkına çeviren başarılı bir seçim kampanyası yürütmüştü. 1960’lı yıllardan beri başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Partinin en önemli kalesi olan ve Demokratların 1994 seçiminden beri tek bir kez bile senatörlük veya eyalet valiliği kazanamadığı (ki ABD’de böyle tek eyalet) Texas’ta bir Demokrat adayın seçimi son ana kadar başa baş götürüp kılpayı kaybetmesi, bütün kampanya ezberlerini bozmuştu.
Texas’ın Meksika sınırında yer alan ve nüfusunun yüzde 70’inden fazlası Hispanik kökenlilerden oluşan kenti El Paso’da İrlanda kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Beto O’Rourke, akıcı şekilde İspanyolca konuşabilmesiyle de dikkat çekiyor. Zaten ‘Beto’ da, Hispanik dünyada adı Robert veya Roberto olanlara takılan isim kısaltması. O da on çocukluğundan beri gerçek adı yerine komşularının onu çağırdığı ismi kullanıyor. Columbia Üniversitesinde İngiliz edebiyatı eğitimi aldıktan sonraki yıllarda eşiyle bir yazılım şirketi kurarak internet dünyasında yatırım yapan Beto O’Rourke, bir dönem El Paso merkezli punk müzik grubu Foss’ta da bas gitar üyesi olarak yer aldı. Texas Cumhuriyetçi Parti resmi Twitter hesabının Ağustos ayında attığı bir Tweet ile O’Rourke’nin müzik yaptığı o yıllarına ait bir fotoğrafla onu küçük düşürmeye çalışması ise kendi tabanında bile ters tepmişti. El Paso belediye meclisi üyeliği ile politikaya atılan Beto O’Rourke, 2013-2018 yılları arasında El Paso’yu Amerikan Temsilciler Meclisinde milletvekili olarak temsil etti.
O’Rourke, Amerikan ‘country’ değerlerinin içinden geliyor. İspanyolca konuşması ve Hispanik toplumu içinde büyümesi seçimlerin kilit nüfus gruplarından biri olan Hispanik oylar açısından onu avantajlı kılıyor.
Yine O’Rourke, siyah seçmenler ile de sıcak ilişkiye sahip bir isim. 2018 senatör seçimi kampanyasına bir çok önde gelen NBA yıldızı da açıktan destek vermişti. Bu kampanya sırasında bir eski askerin, ulusal marş okunurken diz çökerek protesto yapan Amerikan Futbolu Liginin siyahi oyuncuların eylemini bayrağa ve Amerika’ya saygısızlık olarak görüp görmediği sorusuna verdiği yanıt, sosyal medyada en çok izlenen videolardan birine dönüşmüştü. O Rourke ‘kısa yanıtım hayır saygısızlık olarak görmüyorum‘ diye başladığı yanıtında, siyahların yakın zaman öncesine kadar insan yerine bile konmadığını ve barışçıl şekilde eşitlik mücadelesi verdiklerini, günümüzde de söz konusu protestolarla, silahsız siyahi gençlerin korkunç bir oranda polis kurşunları ile öldürülmesine barışçıl şekilde dikkat çekilmeye çalışıldığını anlatarak, ‘nerede ne zaman ve nasıl olursa olsun barışçıl şekilde protesto yapabilme özgürlüğünden daha Amerikanvari bir şey düşünemiyorum‘ şeklinde konuşmuştu.
Elizabeth Warren, Joe Biden ve Bernie Sanders gibi potansiyel adayların hepsinin 70’li yaşlarında olduğu bir yarışta, gençliği ve dinamizmi de bir başka artı puanı olacak. 2018 seçiminde kendi kullandığı pikap ile eyaletin 254 idari bölgesinin (county) tamamını da ziyaret ederek şaşkınlık verici bir performans sergilemişti. Bilgisayar ve yazılım sektöründe işçi ve yatırımcı olarak çalışması da onu yeni teknolojilere görece vakıf bir isim yapıyor.
O’Rourke’nin, ülkenin orta kesiminde yaşayan beyaz Amerikalıları yer yer aşağılayıcı oranda dışlayan, New Yorklu ve Californialı bazı Demokrat söylemlerin dışına çıkarak, muhafazakarları da kucaklayan bir dil kullanması onu sadece Texas Cumhuriyetçileri için değil, bugünlerde bütün politik stratejisini keskin kutuplaşma üzerine kuran Trumpist muhafazakarlık için de bir tehdide dönüştürüyor. 2020 stratejisini, ‘sosyalistlere karşı biz’ üzerine kuracağının sinyallerini veren Trump kampanyası için plan bozucu bir isim olabileceği sıkça yapılan bir tespit.
Demokrat Parti, Haziran ayından itibaren fiilen meydanlarda ve medyada, gelecek Ocak ayında ise resmen sandıklarda başlayacak 2020 başkan adayını belirleme önseçim sürecinde sadece adayının ismini belirlemeyecek. Topyekün bir kültür ve ideoloji savaşına mı gireceği yoksa ABD’nin mavi-kırmızı siyasi haritasında değişiklik girişimi macerasına mı yelteneceğine de karar verecek. Tabi olası bir ideolojik bölünmeye karşı Joe Biden gibi merkez bir isim etrafında bir birleşme de bir başka olasılık.
Demokrat Partide 2019-2020 önseçim mücadelesi elbette ki, ABD’nin ilk kadın başkanı olmak isteyen Hillary Clinton ile ilk siyahi başkanı olmak isteyen Barack Obama arasındaki 2007-2008 önseçim mücadelesi kadar tarihi olmayacak. Ama 2015-2016 önseçim mücadelesinden çok daha canlı, çok daha renkli ve hatta Demokrat Partinin geleceğine de yön verecek ölçüde etkili bir önseçim sürecinin bizi beklediği kesin.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz