AMERİKA BÜLTENİ (14 Nisan 2013)
“I paid my income tax today!
I never felt so proud before
To be right there with the millions more
Who paid their income tax today!”
– Irving Berlin –
ABD’de, 15 Nisan Pazartesi, bu yılın vergi günü. Irving Berlin’in vergi konusundaki heves ve coşkusunu paylaşan Amerikalı sayısı artık çok az. Ancak ‘gelir vergisi’ ABD’deki en ciddi yurttaşlık sorumluluğu olmaya devam ediyor. Bu konudaki bir yalnışlık ya da ihmal mükelleflerin başını çok ciddi hukuksal sorunlar açabiliyor. Ancak bu önemine rağmen kamuoyunda vergi konusundaki bazı yaygın önkabuller tam anlamıyla gerçeği yansıtmıyor. Washington Post gazetesi en yaygın 4 yanlış kanaati şu şekilde sıralamış:
Gelir vergisi, devleti büyütmek isteyen Demokratların bir entrikası
Özellikle Çay partililer ve Cumhuriyetçi tabanda çok yaygın bir kanaat bu. Çünkü, ABD’de ilk federal gelir vergisini tesis eden ilk Cumhuriyetçi başkan olan Abraham Lincoln. ABD iç savaşı öncesi, Demokratlar değil aksine Cumhuriyetçiler ‘federal devletin büyümesini’ savunuyorlardı. Büyük harcamaları, ulaşım altyapısı harcamalarını ve merkez bankası ragülasyonlarını Cumhuriyetçiler savunuyordu. ABD iç savaşaı başladığında Hazine Bakanı Salmon Chase artan cari açığın çok yüksek enflasyona neden olacağından korktu. Savaşın en büyük finansörü olan bankalar hükümet üzerindeki baskıyı artırınca, çare olarak yıllık geliri 600 doların üzerinde olanlara yüzde 3 ve yıllık geliri 10 bin doların üzerinde olanlara yüzde 5 federal gelir vergisi tesis edildi. İç savaştan sonra yeniden konan vergiler 1895 yılında anayasaya aykırı ilan edildi ancak Theodore Roosevelt’in desteğiyle yeniden konuldu. Cumhuriyetçi başkan William Howard Taft bu konuda 1913 yılında gerçekleşen Anayasa değişikliğini (Sixteenth Amendment) destekledi. Demokrat başkan Woodrow Wilson, anayasa değişikliğinden sonra vergi yasasını imzalayarak onayladı. Ancak o tarihten sonra Demokratlar vergiye daha meraklı olmaya başladı.
Gelir vergisi çalışma şevkini ve girişimciliği köreltiyor
Vergi oranlarını düşürme şampiyonu Cumhuriyetçi başkan Ronald Reagan, 1990 tarihli otobiyografisinde, bu konudaki takıntısının ta Hollywood’ta aktörlük yaptığı, ancak her yıl artan vergi oranı nedeniyle daha az film yapmaya yöneldiği çünkü değmediğini düşündüğü 1940’lı yıllarda başladığını belirtiyor. Birçok ekonomist, yüksek vergi oranının yatırımcının şevkini kıracağına katılıyor. Ancak ne kadar yüksek bir vergi oranı gerçekten bu etkiyi yapar? Solcu ekonomistlere göre marjinal vergi oranı yüzde 60 – 70 seviyesine çıkıncaya kadar bile bu olumsuz etkiyi göstermez. Tutucular ise ekonomik canlanma için vergi oranının çok düşürülmesini şart görür. Aslında verginin ekonomiyi öldürdüğü de, çok az verginin ekonomiyi canlandıracağı da çok tartışmalı. ABD’de gelir vergisi oranının tarihi rekora yükseldiği 1950’li yıllar ekonominin de en hızlı büyüdüğü yıllardı. Vergi oranlarını düşüren John F. Kennedy oldu. Reagan dab u eğilimi sürdürdü. Ancak, baba George Bush ve Bill Cllinton dönemlerinde vergi oranlarının yükselmesine rağmen ekonomi de büyüdü. Partiler üstü Kongre Araştırma Hizmetleri dairesinin hazırladığı veri raporuna göre, vergi oranlarını düşürmenin, en üst gelire sahip kesimde yatırım ve verimi artırma etkisi çok ama çok sınırlı.
Dünyanın en yüksek kurumlar vergisi oranına sahip olması ABD’nin rekabet gücünü olumsuz etkiliyor
ABD’de kurumlar vergisi oranı yüzde 35. Eyalet ve mahalli kurumlar vergileri de eklenince ABD kurumlar vergisi oranı dünyanın en yüksek kurumlar vergisi oluyor. Ancak gerçekte bu resmi orana rağmen, yasal boşlukların sağladığı avantajlardan sonra fiili kurumsal vergi oranı yüzde 27.1’e kadar geriliyor. Kongre Araştırma Hizmetleri Servisi verilerine göre bud a dünyadaki gelişmiş ülkelerin kurumsal vergileri ile aynı seviye.
Aslında ABD şirketlerinin ödediği kurumlar vergisinin ABD ekonomisindeki payı yüzde 2.8. Bu oran, dünyadaki eşdeğerlerinin ödediği kurumlar vergisinin kendi ülke ekonomilerindeki payı ile kıyaslandığında aslında çok düşük. Bunun en önemli sebebi de limited ortaklıklarıkların yayılması ve diğer işlerinin vergiye konu olmaması. ABD’de 1980’lerde şirketlerin gelirlerinin yüzde 80’i vergiye konu oluyordu. Ancak günümüzde sadece gelirlerin sadece yarısı vergiye tabi oluyor.
Amerikan halkının yüzde 47’si vergi ödemiyor
Cumhuriyetçilerin, Demokrat Partiye oy veren herkesi ‘devletin sırtına yapışmış asalaklar’ gibi lanse etmesine neden olan yanlış kanaat bu. Vergi Politikaları Merkezi raporunda Amerikalıların yüzde 46,4’nün federal gelir vergisi ödemediğinin kaydedilmesi, Mitt Romney’nin başkan adaylığı kampanyasında ünlü ‘’yüzde 47’’ gafına yol açmıştı. Ancak aynı raporda, federal gelir vergisi ödemeyenlerin üçte ikisinin Sosyal Güvenlik ve Medicare primleri ile ücretlerini ödediğini de kayda geçiriyordu. Dahası, bu yüzde 47’nin ne sigorta primi ne de gelir vergisi ödemeyen kısmının yarısı çok yaşlı insanlardan oluşuyor ve yıllık gelirleri zaten 20 bin doların altında. Bunun yanı sıra, araba süren, sigara içen ya da alkollü içki tüketen herkes, benzin, bira ya da sigara alımında vergi ödüyor.
Vergi Adaletini Savunan Yurttaşlar grubunun raporuna göre, federal, eyalet ya da lokal vergiler dahil edildiğinde Amerikan halkının en yoksul kesimini oluşturan yüzde 20’lik kesim, gelirinin yüzde 17.4’ünü gelir vergisi olarak ödüyor. En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim ise yüzde 30 vergi ödüyor. Bunun en öenmli nedeni Cumhuriyetçilerin 2001 ve 2003 yıllarında yoksul kesimleri rahatlatmak için yaptıkları yasal düzenlemeler. Dolayısıyla Cumhuriyetçi başkan adayı Mitt Romney’nin ‘yüzde 47’yi devletin sırtından geçinen Demokratlar’ olarak nitelemesi hem ironik hem de gerçeği yansıtmıyor.