Skip to content
Menu

Tarihin en büyük medya fiyaskosu

George Bush, savaşın başlamasından 40 gün sonra uçak gemisinden, 'Mission Accomplished' pankartının önünde bu konuşmayı yaptığında Amerikan medyasınca ulusal kahraman ilan edildi. Oysa savaş 8 yıl daha sürecekti.
George Bush, savaşın 20 Mart 2003’te başlamasından 40 gün sonra uçak gemisinden, ‘Mission Accomplished’ pankartının önünde savaşın bittiğini ilan eden zafer konuşmasını yaptığında Amerikan medyasınca ulusal kahraman ilan edildi. Oysa savaş 8 yıl daha sürecekti.

Cemal TUNÇDEMİR

19 Mart 2013

10 yıl önce, 20 Mart 2003 günü Irak’ta savaş başladı. ABD Başkanı George W. Bush savaşın başlamasından tam 40 gün sonra 1 Mayıs 2003 günü, USS Lincoln Uçak Gemisinde, “Görev Tamam” pankartının önünde ABD’nin zaferini ilan etti. Irak Savaşına başından beri çanak tutan Amerikan ana akım medyası o gün Başkan Bush’a büyük övgü diziyor onu ulusal kahraman ilan ediyordu. Richard Perle, USA Today’da yayınlanan makalesinde ‘Artık biraz rahatlayın ve zaferin tadını çıkarın‘ diyordu. Bırakın siyaset üstü iddiasındaki CNN’i ya da sağcı Fox News’i, sol eğilimli MSNBC News kanalının sunucularından Chris Matthews heyecanla, “Bugün hepimiz Neocon’uz” diye haykırıyordu. ”Birkaç kişi dışında herkes Bush’un bir savaş kahramanı olduğunun farkında” diyordu Matthews. Merkez sol ve ılımlı eğilimiyle bilinen NPR radyosu bile, “Irak Savaşı bitmiştir” yorumu yapıyordu. PBS’den Gwen Ifill, Bush’un zafer konuşmasını yaptığı uçak gemisine askeri pilot kıyafeti ve savaş uçağıyla gelmesine atıfla, ”Yarı Tom Cruise yarı Ronald Reagan” yorumu yapıyordu. CBS, Bush’un savaş pilotu kıyafetli görüntüsü için, ‘gelmiş geçmiş en karizmatik başkan fotoğrafı‘ nitelemesi yapıyordu. New York Times’tan Elisabeth Bumiller, ”Bush’un sadece 6 hafta süren savaşa oldukça güçlü Reaganvari nokta koyuşu” diye yazıyordu.

Bu hamasetle coşmuş ve Amerikan kamuoyunu da coşturan medyanın yansıttığının aksine küçük bir sorun vardı: Irak Savaşı bitmemişti, asıl yeni başlıyordu. Bush’un savaşa uçağının güvertesine indiği gün toplam 139 Amerikan askeri ölmüş 542 asker yaralanmıştı. Bush’un savaşın bittiğini ilan ettiği zafer konuşmasının üzerinden 8 yıl geçtikten sonra halefi Başkan Obama, 2011 yılı sonunda ABD savaşın bittiğini ‘resmen’ açıkladığında ölü Amerikan askeri sayısı 6 binden fazlaydı. Yüzbinlerce Iraklı ölü vardı. Altı haftada bittiği ilan edilen savaşın başlamasının 10’ncu yılında Irak hala savaş atmosferinden çıkabilmiş değil. Sadece bugün Bağdat’ta meydana gelen bombalı saldırılarda 57 kişi daha öldü.

Ortalama Amerikalı tarafından her zaman “liberal bias (sol eğilimli)” olduğuna inanılan ana akım Amerikan medyasının Irak Savaşı’na doğru gidilen günlerdeki yayınları, birçok medya raporuna göre gelmiş geçmiş en büyük gazetecilik fiyaskosu olarak tarihe geçti.

Örneğin, savaşın başlamasından sadece 2 hafta önce 6 Mart 2003 günü George W. Bush‘un Beyaz Saray’da düzenlediği basın toplantısı, sadece Amerikan medyası için değil, gazetecilik tarihinin en utanç verici tablolarından biridir. Kürsüye Irak’a saldırı kararını almış olarak gelen Bush, daha sonra tamamının yalan ve kurgu olduğu ortaya çıkacak resmi iddialarla ve belgeleri tekrar ederek, Irak’a askeri müdahaleyi meşrulaştıracaktı.

Savaş öncesi bu en önemli basın toplantısında gazetecilerin sorularına sıra geldiğinde ise, gazeteciliğin en talihsiz anları başladı. Bush, eline tutuşturulan listeden çaktırmadan isim okuyarak söz vermeye başladı. Kimlerin soru soracağı ve hangi soruları soracağı önceden belirlenmişti. Daha hazini, söz alacak gazeteciler bunu bildikleri halde, ellerini kaldırarak söz almaya çalışır gibi yapıyordu. Tiyatroyu, Bush’un her zamanki beceriksizliği deşifre etti. Bir ara yanlışlıkla elinde isim listesi olduğu gafı yaptı. İsmini okuduğu bir gazetecinin, kısa bir duraklaması karşısında ise, “soru soracağın söylenmiş yoksa sormayacak mısın?” diye bir “şaka” bile yaptı Bush. Hem gazeteciler hem de Bush bu şakaya kahkahalarla güldü. Usta gazeteci Bill Moyers, birkaç yıl önce bir televizyon programında, ibret-i alem için bu kahkaha anını defalarca gösterirken, “Bu kahkahalar, Bush için mi yoksa gazeteciler için mi daha utanç verici bilemiyorum” yorumu yapıyordu.

O basın toplantısında soruların tek bir tanesi bile, Bush’un koca bir ülkeyi, ne 11 Eylül ile ne El Kaide ile ne de kitle imha silahlarıyla ilgili olduğuna dair ikna edici bir delil olmayan bir başka ülkeyle savaşa götürmesine gerekçe yaptığı delil ve bulgulara ilişkin değildi. Gazeteciler, “İnancınız, size nasıl yol gösteriyor?” gibi sorularla Bush’a, Amerikan halkına savaşını pazarlayabileceği, -futbol deyimiyle- “muz ortalar” yaptılar.

Bu basın toplantısından 7 gün sonra gazeteler, Dick Cheney’nin, “İnanıyorum ki, Irak halkı bizi onları özgürleştirenler olarak coşkuyla sevgiyle karşılayacak” sözünü sayfalarına taşıdılar.

Kamu Dürüstlüğü Merkezi’nin tespitlerine göre George W. Bush ve yönetiminin önde gelen 6 ismi, Irak Savaşına giden süreçte 20 Mart 2003 gününe kadar kameraların önünde Irak’la ilgili tam 935 kez yalan açıklama yaptılar. 11 Eylül’ün travmasını yaşayan ana akım Amerikan medyası bunlardan tek bir tanesini bile sorgulamadı. Devir, meşhur “üst düzey yetkilinin” devriydi ve New York Times, Washington Post gibi ciddi gazeteler bile, durmadan adını açıklamadıkları “üst düzey yetkili” kaynağıyla, fabrikasyon haberler yayınlıyordu.

Bush yönetimine muhalif olması beklenen New York Times gazetesi bile gün aşırı, Irak’ın kimyasal silahları, kitle imha silahları, El Kaide bağlantıları üzerine, sonradan tamamı fabrikasyon olduğu anlaşılan raporlar yayınlıyordu. Irak’ın atom bombası imal ettiği haberi, Neocon gazetelerden birinden değil, 8 Eylül 2002 New York Times gazetesinde tecrübeli muhabirler Michael Gordon ve Judith Miller’ın imzasıyla yayınlandı. Irak’ın Afrika ülkesi Nijer’den uranyum aldığına ilişkin iddiaları, bu ülkede yaptığı araştırmalardan sonra raporuyla doğrulamayan diplomat Joseph Wilson’ın başına ise gelmeyen kalmadı. NY Times’ın o günlerde çok aktif muhabiri olan Judith Miller’ın Cheney ve yardımcısı Lewis Scooter Libby ile irtibat halinde olduğu, bütün o fabrikasyon haberleri onlardan aldığı sonradan ortaya çıktı. New York Times, ancak 1 yıl sonra 26 Mayıs 2004 günü, Irak’ın kitle imha silahları olduğu yönündeki haberlerinden dolayı özür dileyen bir başyazı yayınlayacaktı ama artık çok geçti.

O günlerde bütün bunların yalan olduğunu ya da inandırıcı bulmadığını kıyıda köşede yazanlar veya konuşanlar da vardı. Ancak ana akım medya öyle bir propaganda yapıyordu ki, “ABD’nin Irak’a girmesinin ABD’ye zarar vereceğini” söylemek bile “Müslüman işbirlikçisi’’ ya da ‘’Arap aşığı’’ olmaktan, ‘’terörist hayranlığına’’, ‘’ülkesinden nefret etmekten’’, ‘’vatan hainliğine” kadar bir dizi yaftayı göze almayı gerektiriyordu. Örneğin, Irak’ta silah denetmenliği yapmış ve buna dair hiçbir delil bulamadığı için de savaş karşıtı olan Scott Ritter, sırf,  “Irak’ı işgal edersek, tarihimizin en büyük hatasını yaparız” uyarısında bulunduğu için ‘Saddamcı olmak‘tan, ‘vatan hainliği‘ne kadar ithamlardan kurtulmaya çırpınıyordu.

Bush’un savaşı, uluslarası hukuka da, Birleşmiş Milletler Sözleşmesine de açıkça aykırıydı. New York Times, başka zamanlarda oldukça sık atıfta bulunduğu bu iki kavramı, 11 Eylül 2001 tarihi ile savaşın başladığı 21 Mart 2003 arasında Irak’tan bahsedilen 70 başyazısının bir tekinde bile anmadı. “Uluslarası hukuk’’ konusu 1 yıl sonra savaşın bitmeyeceği anlaşıldıktan sonra ilk kez New York Times başyazısına konu oldu.

Mart 2003’te New York’ta yüzbinlerce Amerikalı ile beraber Irak Savaşına karşı protesto gösterilerine katıldığımda, birçok göstericinin, tepkisinin Bush’tan da önce ve daha fazla olarak, Amerikan medyasının bu içler acısı haline olduğuydu.

Irak Savaşına giden süreç şu gerçeği bir kez daha gösterdi ki, herşeyden çok kendi devletini, politikacılarını, devlet kurumlarını sorgulayabilen, onlara zor soruları sorabilen bir medya kadar bir ülkenin kazancı olamaz. Tarih gösterdi ki, hergün “vatan millet Mississippi” haberleriyle savaş amigoluğu yapan Judith Miller değil, Bush’a, “Irak’ta insanları niye öldürüyoruz?” diye soran tecrübeli Beyaz Saray muhabri Helen Thomas gerçek bir vatanseverdi. Birkaç yıl önce HBO’da yayınlanan bir programda Helen Thomas‘a, “Amerikan medyasının solcu eğilimli olduğu gerçekten doğru mu?” diye soruldu. “Hell no!” diye irkildi ve “Yıllardır bana yoldaşlık yapacak ikinci bir solcu gazeteci arıyorum göremedim.” şeklinde yakındı…

Bush’un terör bahanesiyle uygulamaya koyduğu politikaları eleştirenin vatan haini ilan edildiği günlerde bu işin tetikçiliğini yapan Beyaz Saray Sözcüsü Scott McClellan, görevinden ayrıldığı 2006 yılından sonra itirafçı olacak ve “What Happened?” adlı bir kitapla Beyaz Saray’da yaşadıklarını anlatacaktı. Kitaptaki bence en dramatik tespit medya ile ilgili olanıydı. McClellan, medyayı, “complicit enablers” yani Bush yönetiminin günah ve suçlarına yardım ve yataklıkla suçluyordu. Şöyle yazdı kitabında McClellan:

“Eğer medya, o çok şöhretli solculuğunun gereğini yerine getirip, vatan hainliği damgası yeme pahasına Bush yönetimine sorulması gerekli olanı sorabilseydi, bugün Amerika bu halde olmazdı.”

Savaşa gidilen süreçte ana akımda çalışan gazeteciler üzerinde büyük bir psikolojik ve ekonomik baskı kurulmuştu. ABD’nin ilk kadın ana haber sunucusu Katie Couric, 8 Mayıs 2008 günü CNN’e verdiği röportajda, ‘’Çalıştığımız yerin (NBC) sahibi olan şirketten ve hatta devletten de, Irak Savaşına yönelik her sorgulamayı ve muhalefeti baskı altına almamız için baskı görüyorduk’’ itirafında bulunuyordu. O dönemde MSNBC’de çalışan ve şu anda CNN’de muhabirlik yapan Jessica Yellin de, 29 Mayıs 2008 tarihinde popüler site Salon.com’da, ‘’Şirket yöneticileri, savaşın resmi makamlarca takdim edildiği gibi sunmamızdan emin olmamız konusunda olağanüstü baskı yapıyorlardı.’’ diyor ve onlarca haberinin editoryal müdahalelerle, tam tersi hale getirildiğini açıklıyordu. NBC daha savaşın başlamasına 2 ay kala, Bush yönetiminin politikalarını eleştiren Phil Donahue’yi kovdu. Los Angeles Times, savaşın başlamasından 7 gün sonra bir Amerikan askerinin bir Iraklı sivili yaraladığına ilişkin görüntüyü yayınlayan Brian Walski’yi işten attı. En dramatik olanı ise, 1990’daki birinci Körfez Savaşı’nı Bağdat’tan CNN için canlı sunan efsane muhabir Peter Arnett’in, 31 Mart 2003’te, savaşın aslında istendiği gibi gitmediği ve planların başarısız olduğu yorumu üzerine NBC ve National Geographic’in kendisiyle tüm bağlarını koparması oldu.

Bush’un zafer ilanından ve medyanın büyük bir ‘vatanseverlik’ sergileyerek bu resmi açıklamayı coşkuyla vermesinden sonraki 8 yılda yaklaşık 5 bin Amerikalı daha ölecekti. Hayatını kaybeden Iraklı sayısını ise kimse bilmiyor. En fazla tahmin edilen ise 150 bin Iraklının gerek çatışmalarda, gerek bombalı saldırılarda gerekse de işgalle ilintili şiddet olayları sonucu hayatını kaybettiği yönünde. Bazı Irak kaynakları yarım milyon kayıptan bahsediyor. Ve yine bu işgalin dolaylı sonucu olarak Irak’ta bugün bile her ay yüzlerce kişi ölmeye devam ediyor. ABD, 3 trilyon dolara mal olan savaş sonunda 2008 yılında yüzyılın en büyük ekonomik krizlerinden birine sürüklendi. Küresel itibarı, saygınlığı yerle bir oldu.

Çünkü, ABD medyası devletine sorması gereken soruları, ‘’vatanseverlik, sorumlu gazetecilik’’ safsatasıyla sormadı. Yapılan her resmi açıklamayı doğru kabul etti.

Irak şu yaşamsal dersi bir kez daha verdi: Ülkesinin kudretlilerini sorgusuz sualsiz destekleyen değil, onların kararlarını sorgulayabilen, ‘soru sorabilen’ medya vatanseverdir.

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz